Çernobil ve Sakatlar

Sakat Muhabbet
-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Murad Canbulut ile bir araya gelerek 1986 tarihinde yaşanan Çernobil faciasının insanlar üzerindeki etkilerine değiniyor.

""
Çernobil ve Sakatlar
 

Çernobil ve Sakatlar

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba, Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin, kör topal muhalifine hoş geldiniz. Bugün 1 Mayıs 2024 Çarşamba. Ben Alper Tolga Akkuş.

Sakat Muhabbet artık Her Hafta Açık Radyo’da

Açık Radyo, Sakat Muhabbet programı, 56. yayın döneminde, 8 Kasım 2022’de başlamıştı. Biraz geriye gideceğim. Biz şu anda dördüncü yayın döneminde Açık Radyo’dayız - 56, 57, 58 derken 59.yayın dönemindeyiz. İki haftada bir yayınlanmıştık ve bu yayın döneminde. Sakat Muhabbet, her hafta Açık Radyo’da olacak. Hepimize kolay gelsin diyorum ben.

Program ortağım Elif Gamze Bozo, kendi eğitim durumu ve sağlıkla ilgili yapması gerekenler dolayısıyla, ‘Bu yayın döneminde Alper bana müsaade, ben yine takip edeceğim, yine seninle birlikteyim’ dedi sağolsun. Bu yayın döneminde programcı olarak değil ama konuk olarak, destekçi olarak her zaman tabii yanımızda olacak Elif Gamze Bozo. Ona da teşekkür ediyorum verdiği destek için.

Gelelim bu haftaya; 1 Mayıs tabii Emekçiler Günü, onu bir kutlayalım önce. Ama ekoloji aktivisti olarak 1 Mayıs'ın birkaç gün öncesine gidiyorum ben - 26 Nisan 1986. Ukrayna Pripiyat şehrindeki Çernobil Nükleer Tesisi'nde bir nükleer kaza meydana geldi. Bütün dünyayı değiştiren bir durumdu bu ve bu hafta ona değineceğiz. Peki nasıl değineceğiz? Sakat Muhabbet ile Çernobil'in ne alakası var diyebilirsiniz. Bu hafta konuğum Murad Canbulut. Murad, hoş geldin Sakat Muhabbet’e. Nasılsın, iyi misin?

Murad Canbulut: Hoş bulduk Alper, teşekkür ediyorum. Sıkı bir takipçin olarak da kolaylıklar diliyorum, başarılar diliyorum.

A.T.A.: Murad Canbulut benim yakın bir arkadaşım ve Sakat Muhabbet’in kuruluş dönemlerine, günlerine şahitlik etmiş birisi. Pek çok kez ilettim dinleyicilere ama Sakat Muhabbet, Açık Radyo’dan önce beş bölüm bağımsız yayınlanmıştı ve o yayınlanma sırasında da ben İstanbul'daydım. MAD kısa adıyla, uzun adıyla da Mekanda Adalet Derneği'nin atölyelerine katılmıştım Eylül 2022'de ve oradayken de başlamıştı Sakat Muhabbet. Murad da oradaki bir katılımcıydı ve sakatlık üzerine çalıştığını söyleyince de ilk konuklarımdan birisi olmuştu. Kendi branşı pazarlama, onu da konuşmuştuk ama şimdi biz, Çernobil ile bağlantısını konuşacağız. Murad, biz hep onu soruyoruz konuklarımıza, önce bir kendini tanıt, Murad Canbulut kimdir? Hep sorduğumuz bir diğer soru da bir sakatlığın bulunuyorsa bunu da belirtirsen sevinirim.

M.C.: Evet, Sakat Muhabbet’in kuruluşuna şahit olan kişilerden biri olarak bugünleri görmek açıkçası çok mutlu ediyor. Her yayını da kaçırmadan takip ediyorum, öncelikle bunu belirterek başlamak istiyorum. Ben Murad Canbulut, akademisyenim. Öğretim üyesi olarak İstanbul'da Altınbaş Üniversitesi’nde İşletme Bölümü’nde çalışıyorum. Uzmanlık alanım ise işletme. Bununla birlikte daha derinlemesine inecek olursam, pazarlama. Sen dedin ya, nasıl bir bağlantı kurulabilir sakatlık ve pazarlama konusuna? Belki dinleyicilerimiz şunu soracaktır, ‘Ya Çernobil’i konuşuyorsunuz, konuşmayı planlıyorsunuz, Çernobil’i konuşan kişi de işletmeci ve pazarlamacı’. Ne alaka denecektir.

A.T.A.: Dinleyiciler de şaşırdı şu anda.

M.C.: Evet. öyle bir durum olabilir ama zaten ilerleyen dakikalarda bunu daha detaylandıracağız. Sorunun ikinci kısmına gelecek olursam, benim doğrudan bir sakatlık deneyimim yok ama kardeşimden kaynaklı, kardeşim sebebiyle yine doğrudan ve dolaylı olarak bir sakatlık tecrübem, deneyimim ve gözlemim söz konusu. Bununla ilgili detayları da zaten birazdan konuşuruz. Belki, Sakat Muhabbet’in ilk dinleyicileri, o zamanki dinleyicileri de zaten o hikayeleri hatırlayacaktır.

A.T.A.: Açık Radyo’dan önce idi o, onu bulmaları biraz zor Spotify’da. Sakat Muhabbet’i yazacaklar, Açık Radyo olmadan yazacaklar, uğraşmaları lazım ama Çernobil’e gelelim. Zaten Çernobil bağlantısı da kardeşinle, kız kardeşinle alakalı. Müzik arasına kadar önce bir şöyle yapalım; bu pazarlama konusuna bir gir istersen - pazarlama dedik ve dinleyenlerde de soru işareti kalmasın. Pazarlama alanına kardeşin sakat olduğu için girdin diye biliyorum, söylemiştin zaten. O bağlantıyı ve pazarlamayla bu sakatlık ilişkisini biraz açarsan, sonra da müzik arası verip ardına Çernobil üzerine konuşacağız zaten.

Murad Canbulut

M.C.: Şimdi benim işletme doktorası yaparken motivasyonlarımdan bir tanesi veya doktora tezi çalışmalarını yürütürken motivasyonlarımdan bir tanesi kardeşimle birlikte yaşadığım deneyimlerdi, orada yaşadığım gözlemlerdi. Yani kardeşimin benim için çok büyük bir anlamı var, çok değerli bir karakter hayatımda. O yüzden de bu çalışmalarım kapsamında biraz ona ithaf edebileceğim bir işin içinde de olmak istedim. Bu bağlantıda da spesifik olarak engelliler olsa da dışlanmış, kırılgan grupları da dikkate alan bir çalışma içerisinde olmanın faydalı olacağını düşündüm ki daha sonrasında zaten hem işletme alanında, hem de şirketlerin düzeyinde - çeşitlilik, kapsayıcılık gibi konular çok daha popüler hale gelmeye başladı. Popüler hale gelme konusunu bir tarafta tutuyorum çünkü bir şey popüler oluyor ise biraz içi boşalıyordur, anlamı belki yok oluyordur düşüncesi oluşabilir. Ben kesinlikle öyle bakmıyorum. Yaptığım çalışmalarda mutlaka akademik bir fayda oluşturmanın yanı sıra benim esas önceliğim sosyal bir fayda yaratmak, sosyal bir farkındalık oluşturmak ve dolayısıyla kırılgan gruplar için hayatı kolaylaştırabilecek adımların içerisinde bulunabilmek, çözümlerin içerisinde bulunabilmek. O yüzden de engellilik ve akademik yaşamı birleştirdiğim bir hayat sürdürüyorum, bunu söyleyebilirim. Çernobil ile ilgili kısma da zaten sanıyorum müzik arasından sonra gireceğiz seninle.

Serdar Keskin, Alper Tolga Akkuş ve Mehmedali Barış Beşli 

Zuğaşi Berepe, Kazım Koyuncu, Mehmedali Barış Beşli ve Va Mişkunan (Bilmiyoruz)

A.T.A.:
Müzik arasına da girelim erkenden ki Çernobil’e daha çok vakit ayıralım. Şimdi her hafta biz konuklarımıza diyoruz müzik seçer misiniz diye ama bu hafta özel bir şey oldu; iznin olursa, ben bu hafta bir müzik önereceğim. Var mıdır müsaaden? Önce onu sorayım.

M.C.: Tabi, tabi. Belki senin sözünün üstüne ben de bir katkıda bulunabilirim.

A.T.A.: Zaten sana yazdığım için sen biliyorsun bu müzik detayını. Çok ilginç, 1 Mayıs'ta yayınlanıyoruz ve şu anda 22 Nisan Pazartesi günü yapıyoruz bu kaydı, saat 11:00’de. Ben Mersin’de yaşıyorum ve burada Kültürhane diye harika bir mekan var, Kültürhane’yi de biliyor zaten Açık Radyo dinleyicileri. Kültürhane’de biz her ay olağan bir toplantı yaparız - Kültürhane nereye gidiyor, ne yapıyor, ne ediyor diye. O toplantıda hep beraber dün kahvaltı yaparken biriyle tanıştım, böyle beyaz saçlı, ben yaşlarında bir beyefendi idi. Sonra dediler ki Zuğaşi Berepe’den bu kişi. “Zuğaşi Berepe!” dedim ve oturdu da yanıma zaten, dedim ki, “Zuğaşi Berepe, Kazım Koyuncu.” “Evet”, dedi, kafa salladı, “Arkadaşım kendisi” diye de ekledi. Sonra ben dedim ki, “Sakat Muhabbet’i yapıyorum, Açık Radyo’da program yapıyorum.” “Biliyorum, haberim var. Dinliyorum ben seni”, dedi bana o beyefendi. Adı da Mehmedali Barış Beşli imiş ve Zuğaşi Berepe’nin kurucularından birisiymiş. Onunla konuştum, bu programı söyledim ve, “Bu programda şarkı çalacağım dedim. Kazım Koyuncu anısına da olsun  istiyorum. Yani ne çalabiliriz, siz ne istersiniz?” diye sordum. O da böyle bir düşündü ve “‘Bence, “Va Mişkunan” çalarsanız” dedi. “Va Mişkunan” da ‘bilmiyoruz’ demekmiş. Kazım Koyuncu 26 Nisan, Çernobil denince ilk akla gelen isim, onu dinleyelim. Sen bir şey diyecektim galiba bununla ilgili, onu da söyle. Sonrasında çalalım şarkıyı.



M.C.: Şarkıyla ilgili değil de ben de şeyi önerebilirim; Çernobil ile ilgili olarak bir dizi yayınlanmıştı, kısa bir dizi. Şu anda kendisi de mevcut stream mecralarında. Orada da beni en etkileyen sahnelerden bir tanesi sanıyorum ki ikinci bölümün başlangıcındaydı; bir şiirle bir giriş vardı. Kazım Koyuncu'nun parçasının üstüne dinleyicilerimiz YouTube'dan dinleyebilirler.



A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuğum Murad Canbulut. Şimdi Çernobil neden konumuz? Kız kardeşinin sakatlığının Çernobil ile bir ilintisi olduğunu ben biliyorum ama detayını sen ver istersen.

Çernobil ve Radyasyon Kaynaklı Sakatlıklar

M.C.:
Biliyorsunuz, Çernobil Nisan 86'da gerçekleşen bir kaza. Bir felaket olarak nitelendirebiliriz. Kardeşim 88 doğumlu ama genelde insanlar şu soru işaretine sahip oluyorlar; yani iki sene geçmiş, Çernobil'in nasıl bir bağlantısı olabilir ki gibi söyleniyor. Bu tür felaketlerde, bu tür kazalarda etkiler zaten uzun vadeli gerçekleşiyor. Yani 86’nın Nisan ayında kaza gerçekleşti ve olan o sırada oldu, ondan sonra hiçbir etkisi kalmadı gibi düşünemiyoruz ki hala günümüzde Çernobil bölgesinde, Çernobil santralinin olduğu bölgede radyasyon miktarının yüksek olduğunu biliyoruz. Bununla ilgili çalışmalar yapılıyor. Yaşayan insan yok denecek kadar az. Bu demek oluyor ki etkiler süreğen etkiler. Kardeşim de 88 doğumlu ve doğumunun gerçekleştiği dönemlerde annem ile babam İzmir’deydiler ve İzmir'de doktorların söylediğine göre yer altı sularına karışmış bir şekilde bir durum söz konusu ve dolayısıyla çok sayıda kişinin, çok sayıda ailenin etkilendiği bir durum olduğundan bahsediliyor. 

Yani insanlar şunu da düşünüyor; siz Karadeniz bölgesinde mi yaşıyordunuz 88’de. Tamam bir derece ama 88 yılında İzmir'de böyle bir durum ne kadar mümkün olabilir? Bunu da biz kendimiz aslında deneyimledik ve sonrasında aslında benim belki de sosyal durumlarla ilgili, ekolojiyle ilgili, çevreyle ilgili farkındalığımın oluşmasına sebep olan durumlardan bir tanesi de bu oldu. İlk derler ya, ‘ilk söylediğin kelime, ilk öğrendiğin kelime nedir, hafızanda yer edinen kelime nedir’ diye sorulduğunda benim herhalde küçüklüğümden beri zihnimdeki anahtar kelimelerden bir tanesi Çernobil idi, bunu söyleyebilirim. Sonrasında da bununla ilgili bir farkındalık oluştu, bununla ilgili biraz daha fazla okuma gerçekleştirdim, biraz daha araştırma gerçekleştirdim, doğrudan veya dolaylı etkilerine anlamaya çalıştım. Böyle bir durumdan söz edebilirim.

A.T.A.: Sen 86’da doğmuşsun bildiğim kadarıyla, tam da o sene doğdun aslında yani Çernobil’in olduğu sene doğdun. İki yaşındayken bir kardeşin dünyaya geldi. O bebeklik, çocukluk anlarından neler hatırlıyorsun? Kardeşin doğdu, bir rahatsızlığı var, bir sakatlığı var. Daha çocuksun, o zamanlardan, küçüklüğünden ne anımsıyorsun? Var mı böyle kopuk kopuk hatıralar?

M.C.: O zamandan hatırladığım şeyler nedir? İnsanların bakış açısı yani bunu hâlâ da yaşıyorum. Kardeşim açısından söylemiyorum ama farklı bir görüntünüz var ise veya tırnak içerisinde ‘beden, görüntü olarak o standardın dışındaysanız’, insanlar mutlaka size bakar, insanlar mutlaka sizinle ilgili konuşur, insanlar sizin yerinize üzülür. Ama bunun haricinde sizin hayatınızla ilgili bir çözüm üretme çabasında olmazlar. Çünkü yargılamak daha kolaydır, ‘ah, vah’ etmek çok daha kolaydır. Hayatı zorlaştıran etmenlere karşı çözüm üretmek zordur yani çaba sarf etmeye değmez, çaba sarf etmek çok da gerekli değildir. Bunu hatırlıyorum yani bakış açısını. Benim bildiğim veya bilmediğim, onu şu an hissedebiliyorum aslında geriye dönüp baktığım zaman, okulda ailelerin yaklaşımı, çocukların yaklaşımı, diğer çocukların yaklaşımı... O durumu açıklamak veya açıklayamama hali. Onun dışında mimari açıdan karşılaşılan engeller, sıkıntılar...

Yine çalışma alanımdan bakacak olursam; dışlanma süreçleri. Dışlanma süreçlerini hemen şu anlamda düşünmeyelim; herkes tarafından, ‘sen kimsin, hadi git, buradan uzaklaş’ anlamında bir dışlanma değil bu. Ama siz zaten - engelliler özelinde konuşacak olursak - orada yaşanabilir bir alan oluşturmazsanız, söyleminizi buna göre şekillendirmezseniz, bakış açınızı, ürünlerinizi, ortamlarınızı buna göre dizayn etmezseniz, eğitim sisteminizi buna göre dizayn etmezseniz, sorunlara yönelik onları anlayan çözümler üretmezseniz otomatik olarak dışlamış oluyorsunuz zaten. Bunu da söylemem gerekiyor. 

En başta dilimizi değiştirmemiz lazım. Dilimizi değiştirmediğimiz zaman, bakış açımız da buna yansıyor. Bakış açımızı değiştirmediğimiz zaman, mimari erişim de problem olmaya başlıyor. Mimari erişim, okul ve iş... Dolayısıyla sosyal hayata katılım çok ciddi problemlere yol açmaya başlıyor. Ondan sonra da biz sadece engelli insanlara - engelli insanlar üzerinde konuştuğumuz için söylüyorum - yardım ederek veya yardıma muhtaç bir kategoriye sokarak çözüm üretebileceğimizi düşünüyoruz ki bu çok büyük bir hata diye düşünüyorum. 

A.T.A.: Bilmiyorum, senin için uygun olur mu ama kardeşinin sakatlığı nedir tam olarak? Sen daha önce bunu demiştin bana ve bu konuda hassas olduğunu da biliyorum. Kardeşini de elbette incitmek istemiyorsun ama dinleyiciler Çernobil’den kaynaklı ne olduğuna dair merak edecektir, kardeşinde ne var şeklinde soru işareti uyanmıştır dinleyicilerde de. Onu bir aydınlatalım istiyorum ben uygun ise. 

M C.: Yani çok özele girmeden olabilir çünkü kardeşim de burada olmadığı için onun adına da konuşamıyorum. Özele girmeden, fiziksel olarak bir şeyi var, bir durumu var, sıkıntı ve problemleri var.

A.T.A.: Amputasyonu var diyelim.

M.C.: Evet, amputasyon durumu söz konusu. Şunu da söylemem lazım; bu kadar bahsettik kardeşimden, kardeşim ne yapıyor şu anda?

A.T.A.: Evet, tam da onu soracaktım, o niye yok mesela? Şu anda dinleyenler, ‘Murad'ı niye aldın, kardeşini alsaydın ya’ diyeceklerdir. Onu da açalım istersen, bu da çok önemli bir konu. Ben düşündüm bunun üzerine.

M.C.: Çünkü kardeşim aslında şu anda başarılı bir psikolog. Bunu önceki dinleyiciler de belki hatırlayacaktır. Başarılı bir psikolog ve kariyer planlamasını veya kariyer hikayesini hiç bir zaman engel üzerinden kurgulamadı, sadece sahip olduğu yetkinlikler üzerinden bir kurgulama gerçekleştirdi. Belki de biraz da bu durumla ilgili birebirde konuşmak, zihninde bilmiyorum ne çağrıştırabilir. O yüzden onun yerine ben konuşuyor gibi durabilirim. Ama ben sadece üçüncü bir göz olarak bu durumun ne olduğunu, nereye götürdüğünü gözlemlerimle paylaşmaya çalışıyorum. Tekrar söylemek istiyorum; kardeşim, alanında başarılı bir psikolog, çok sayıda danışanı var, sevilen bir karakter, sempatik bir insan. Anlattığım hikayeden sonra, evde kendi başına bir şeyler yapmaya çalışmayan, sadece hayattan kopmuş bir insan profili kesinlikle düşünmemelerini istiyorum, rica ediyorum dinleyicilerden. O açıdan zaten kardeşim bayağı sosyal, güzel bir insan.

Sakatlık Hassasiyeti

A.T.A.:
Sakat Muhabbet’in tam ideal konuğu aslında. İnşallah bir gün kendisi de bu fikrini değiştirirse konuk etmek isterim. Çünkü şey denmesin, ‘Adını bile anmıyorsunuz, çıkarmadınız programa’. Kendi tercihi bu, biz o tercihe saygı duyduğumuz için aslında böyle konuşuyoruz bir yandan da.

M.C.: Kesinlikle. Yani böyle bir şeyimiz yok, kendimize göre karar vermedik. Karşılıklı görüşerek, konuşarak, anlaşmalar neticesinde oldu bu.

A.T.A.: Ben önce ikinizi davet ettim. O ne dedi sana? Şimdi dinleyenlere de açalım onu. Nasıl cevap verdi sana?

M.C.: ‘Sonraki süreçlerde katılmam daha uygun olacaktır’ dedi, ‘Beni tanıtın, benimle ilgili konuşun, sonra katılırım’ diye de ekledi. Olayı biraz daha esprili bir dile döküyorum. 

A.T.A.: Şimdi mesela ben sakatlık konuşuyorum, ben aktivistiyim bunun. Ben de kendi çocukluğumda, gençliğimde biri bana sakat dediğinde onu küfür gibi, hakaret gibi algılayan bir insandım. Bunun içinden geçiyoruz çünkü böyle kodlanıyor bu. Ben de o kodu değiştirmeye çalışıyorum. Ama tanıdığım çoğu sakat insan - tanımadığım da - ben eminim ki aktivist olmayanlar, hayatta bir yere gelenler, ‘Ya ne gerek var bunu konuşmaya? Ben zaten doktorum, avukatım, gazeteciyim ya da sanatçıyım’ diyordur ve buna saygı duymak durumundayız. Herkesin kendi insiyatifi bu ve buna saygı duymalıyız. Ama en azından sana, ‘Sen konuk olmak istiyorsan ol’ demiş ve bu da bir şey. Bu şekilde de ona bir yol açmış aslında. Daha önce de sen programa katılmıştın zaten. 

Peki, Çernobil’den iki sene sonra İzmir'de, aslında Türkiye'ye de uzak değil, bütün dünyayı sarsan bir olaydı aslında radyasyon. Çünkü hatırlıyorum ben o zamanlar, ben 73’lüyüm, 13 yaşındaydım ama ‘Şuraya geldi, rüzgar eserse de buraya gelir’ deniyordu. Sonra hatırlarsın o zaman bir bakan çay içmişti ve ‘Bizi es geçti, Allah bizi korudu’ demişti. Kendisi de öldü zaten. Öyle bir şey hatırlıyorum, çok net değil. Kazım Koyuncu dedik, Karadeniz'de binlerce insan hayatını kaybetti. Hatta sen ilk konuk olduğunda ‘Kardeşim şanslı, şanslı olmayanlar da var’ demiştin. Onu da açalım istersen tam bu noktada.

Çernobil Etkisi ile Doğan Bebekler

M.C.: O zamanki İzmir’de - en azından Ege Bölgesi için -  benim duyduğum hikayeler, annemlerden duyduğum şeyler, hastanelerdeki doğumlarda çok fazla anormallikler gerçekleşiyor ve bu anormalliklerde de bedendeki uzuvların yer değiştirdiği, bazı uzuvların olmadığı veya çok kısa yaşayabilecek şekilde dünyaya gelen bebeklerin olduğu söyleniyor. Çok güzel bir noktaya temas ettim; bizde biraz insan olarak sorunları çözme yöntemimiz - Türkiye özelinde söylemiyorum bunu - sorunları çözme yöntemimiz, ‘Al, çayı içtim, hiçbir şey olmadı’ gibi. Olayları biraz anlık inceleyerek, anlık anlamaya çalışarak çözüm üretmeye çalışıyoruz veya birilerini ikna etmeye çalışıyoruz. Ama Çernobil de bize şunu gösterdi; bu tür durumların etkileri uzun vadede karşımıza geliyor. Doğrudan veya dolaylı ölümlerin sayısının farklı çalışmalara göre, farklı araştırmalara göre 200 bine kadar geldiği söyleniyor. Bunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Biz burada nükleer santral kötüdür anlamında bir şey söylemeye çalışmıyoruz, burada yaptığımız şey; burada gerçekleşen kaza uzun vadede çok sayıda insanın, çok sayıda coğrafyanın olumsuz etkilenmesine sebep oldu. Biraz sanıyorum bunu gözden kaçırıyoruz, bunu söylemek istiyorum.

A.T.A.: ‘Nükleer Santral kötüdür’ diyorum ben kendi adıma ekoloji aktivisti olduğum için. Çünkü nükleer enerji temiz enerji olabilir ama o işte bir kaza olabilir ve bu kaza da insan kaynaklı olabilir. 2011’de Fukuşima oldu biliyorsun. Japonlar için en güvenilir, en hassas, en dikkatli denir. Bir tsunami oldu, bir deprem oldu ve gene oldu nükleer kaza. İnsan için en ideal olsa da kaza olabilir. 

Bu hafta Murad Canbulut idi konuğum. Elif Gamze Bozo, program ortağım, bu yayın döneminde ‘bana müsaade’ demişti. Ona da bir selam söyleyeyim ben tekrar. Murad, son olarak neler söylemek istersin

M.C.: Çok teşekkür ediyorum yayınına beni davet ettiğin için. İnsan faktörü çok önemli ve insan faktörünün olduğu yerde çok dikkatli olmak gerekiyor. Sürdürülebilir bir dünya için bizim biraz daha dikkatli olmamız lazım. Umuyorum sağlıklı, güzel bir gelecek bizleri bekler. Sana da yayınlarında başarılar diliyorum. Tekrar görüşmek üzere, herkese çok selamlar.

A.T.A.: Çok sağol Murad. Bir daha ki bölümde görüşmek üzere hoşça kalın diyorum.